Makalelere Geri Dön
Kriz ve Biz

Son zamanlarda “kriz” denince aklımıza ekonomik kriz geliyor. Oysa pek çok kriz türü var; hastalıklar birer krizdir, çocuklarımızın düşük notlarla dolu karneler getirmeleri bir krizdir, gözlüğünü bulamayan bir müdürün öfkeli arayışları küçük çapta bir krizdir (Eğer gözlük bulunamazsa bu krizin hangi boyutlara ulaşacağını bilemeyen elemanlar diken üstünde dururlar).
Büyük ya da küçük her krize hak ettiği önemi vermek ve abartmamak gerekir. Bir krizi küçümsemek (örneğin “bana bir şey olmaz” tavrına girmek) de yanlıştır, abartmak (“bu kriz bizi mahvedecek” düşüncesine kapılmak) da yanlıştır.; orta yola girmekte yarar vardır. Hemen her konuda olduğu gibi bir halk söylemimiz var: Deveye, “İnişi mi seversin yokuşu mu?” diye sormuşlar, “Düz yol yok mu?” diye cevaplamış. Krizler karşısında da, düz yollar, düzgün yollar bulmak öncelikle kişinin kendi görevidir.

Genelde belli düzeyde özgüvenimiz varsa, sıkıntı veren durumları kontrol edebilme konusunda inanç ve beceri geliştirebilmişsek, krizler karşısında sağlam durmamız kolaylaşır. Kriz öncesinde yapılması gerenlerden birisi, kişinin kendisini zorluklarla mücadeleye psikolojik açıdan hazırlamasıdır. Söz konusu psikolojik hazırlıklardan bir tanesi, krizlerle ilgili olarak karamsar tanımlamalar yapmak yerine, iyimser, denemeci, ucu açık tanımlar yapmaktır. Örnek: Eskiden ülkemizde halk arasında veremin yaygın olarak kullanılan iki adı daha vardı; Verem hastalığına bazıları “ince hastalık” adını verirdi, bazıları ise “çaresiz hastalık (derdi deva napezir)” derdi. O dönemlerde penisilin vb. ilaçlar yoktu ancak titiz bir beslenmeyle, bakımla ve temiz havayla hastaların kendilerini toparlamaları mümkündü. Ancak, iyi bakım kadar önemli bir şey vardı; bu da hastanın hastalığını algılama şekli ve onunla baş edip edemeyeceği konusundaki inancıydı.
Eğer hasta hastalığını “verem” ya da “ince hastalık” olarak adlandırırsa bu durum iyi bir başlangıç sayılabilir. (Zarif ve zayıf insanların daha çok vereme tutuldukları görüşünden hareketle vereme “ince hastalık” adı verilmişti.) Kişinin hastalığını, “çaresiz hastalık” olarak tanımlaması ise mağlubiyeti başından kabullenildiği bir başlangıç sayılır. Çünkü çaresiz bir hastalığa yakalandığınızı düşünüyorsanız mücadele etmeniz gereksizdir. Sonuçta şunu söyleyebiliriz: Bir krizi (bir hastalığı) nasıl tanımladığımız, o krizden çıkıp çıkamayacağımızın birinci göstergesidir. Krizlerde tanımlama ilk adımdır. İlk adım iyimser ise sonucun iyi olma ihtimali artar.

Gece yatak odanızın lambasını söndürdüğünüzde, ilk saniyelerde odanızın zifiri karanlık olduğu, hiçbir şeyin görünmediğini fark edersiniz. Sadece yarım dakika beklerseniz odanızın hafifçe aydınlandığını, kapının, dolabın siluetinin ortaya çıktığını görürsünüz. Ta uzaklardan çok hafif bir ışık gelmiştir odanıza. Yaşamın perde aralığında daima bir ışık vardır; yeter ki perdenizi tam kapatmayın.

Yaşamın perde aralığında daima …






Prof. Dr. Üstün DÖKMEN   1.Eylül.2009